Bu köşeden sizlere sürekli kötü haberler vermekten bıkmış usanmış bir yazar olarak önümüzdeki dönemde süt fiyatlarının geçtiğimiz birkaç yılda yaşanan önlenemez yükselişe benzer bir ivme kazanacağını söylemeyi boynumun borcu bilirim.
Süt konusunda da tarımın ekili alanlarındaki ürünlerde olduğundan daha farklı bir durum yok aslında. Bir dönem fiyatlar iyi gidiyor ve sektöre pek çok üretici giriyor. Ürün bolluğundan fiyatlar düşüyor, bu kez sektörden pek çok üretici çıkıyor, ürün az olduğundan fiyatlar hızla yükseliyor ve TUSEDAD Yönetim Kurulu Başkanı Sencer Solakoğlu’nun tabiri ile bir yoyo gibi durum bir azalıp bir artan rakamları takip ederek devam ediyor.
İşin ilginç tarafı ise şu, et ve sütte fiyatların düşmesi asla raflara yansıtılmıyor. Fiyatların yükselmesi ise raflara fahiş biçimde yansıyor.
Yani üretici kan ağlıyor, tüketici kan ağlıyor, arada gülen kim bir türlü bulunamıyor.
Esas mesele plansız üretimde, işin sorumlusu biraz da hakkını aramak için sivil toplum örgütlerinde bir araya gelmesi gereken, ancak bunu bir türlü başaramayan halkta!
Peki şu anda ne oluyor?
“Şu anda süt üreticisine yüzde 13’lük bir gerileme yapılıyor. Süt üreticisinin fiyatını 2 lira daha geriye çektiler. Önümüzdeki sene çok daha pahalıya süt içecek vatandaş!” diyor Solakoğlu. Anlayacağınız o meşhur sarmala yine girdik.
Et fiyatlarının düşmesi için geçtiğimiz iki yılda yabancı çiftçiye 3 milyar dolardan fazla para verilmiş durumda. Toplam tarımsal desteklemeden daha fazla bir paradan bahsediyoruz.
Geçtiğimiz dalgalanmada zaten küçük işletmelerin büyük bölümü sektörden kendini arındırmıştı. “Üretici bitti yok oldu, köylerde insan kalmadı. Kalan kazıntıları da sıyırmaya çalışıyorlar. Sözleşmelere rağmen yapılıyor tüm bunlar!” diyor TUSEDAD Başkanı.
Hemen hatırlayalım geçtiğimiz dönem ne olduğunu. Sattığı süt yem parasını dahi karşılamayan vatandaş süt ineklerini memelerinden sütler akarken ağlaya ağlaya kesime göndermiş bir ineğin kesim parası ile diğer ineklerine yem alıp onları yaşatmaya çalışmıştı ve bu böyle hiç inek kalmayana kadar sürüp gitmişti.
Ne ineklerin memelerinden akan sütün ziyan olmasının verdiği iç acısına ne de çiftçinin gözyaşına kimse aldırmamıştı.
Şimdi geldiğimiz noktada;
“Geçtiğimiz dönemde yaşanan süt ineklerinin kesilmesinden çok daha ağır kıyımlar yaşanacak. Şu anda bahsettiğimiz şey Türkiye’nin protein üretiminin tamamen yok olması ile karşı karşıyayız. Hiç olmadığı kadar ağır bir krizle karşı karşıya çiftçiler ve bunun altından bu koşullarda kalkmaları mümkün değil!” feryadı yükseliyor Sencer Solakoğlu’nun ağzından.
Ortada son derece basit bir hesap var aslında. Bir inek yaklaşık 80 bin lira. 10 ineği olan bir çiftçi 800 bin lirayı cebine koyuyor. Aylık 30-35 bin lira faiz geliri demek bu. Hayvan bakma derdi yok, yem yapma derdi yok, hastalık derdi yok…
“Kimsenin farkında olmadığı kadar kötü ve rezil bir durumdayız. Bu düzensizlikten para kazanmaya alışmış bir sanayici tarafı var. Onlar bu düzenin bozulmasını kesinlikle istemiyorlar.
Bakanlık sonuna kadar arkamızda rekabet kurumu da şimdi incelemeye girdi. Adeta çiftçiye komplo kuran bir sanayici var. Süt üreticinin elinde tutulabilir bir ürün olmadığından bundan yararlanıyorlar. İş kölelik sistemine geçmiş gibi bir davranış sergileniyor” sözleri yine Sencer Solakoğlu’na ait.
Süt fiyatlarında kilo başına iki lira ucuzlama olmuş, benim peynirimi süthaneden ya da marketten alan bir üretici olarak hiç haberim olmadı, aldığım ürünün fiyatına bu ucuzlama hiç yansımadı. Sizde de durum aynıdır diye düşünüyorum. Ette de benzeri bir durum yaşanıyor. Üretici etini yüzde 30 daha ucuza satıyor, tüketici tarafında ise et fiyatlarındaki artış devam ediyor.
Eee… Ben zarardayım, üretici zararda, kim kazançta, neden kazançta?
Traktörüyle yolları kapatan domates biber üreticisinin yanında tüketiciler yoktu. Köylü tek başına sokaktaydı, fakat unutmamak gerekiyor ki, onların ürettiğini biz tüketiyoruz ve bizim alış fiyatlarımızın el yakmasının nedeni çiftçi değil.
Öyleyse neden evimizde sessizce oturup, ‘Aaaa… Yolları kapatmışlar…’ diyerek izliyoruz çiftçiyi, neden yanlarında olmuyoruz. Arada fahiş kar sağlayan büyük aktörlere karşı neden birlik olarak ortaya kuvvet doğurmuyoruz?
Bence bunu bir düşünün…
NOT: Kısa bir molanın vakti gelmiş de geçiyordu bile. Yaz bitmeden güneşin tadını çıkarmak lazım. Uzun sürmez yine görüşürüz elbet…