Yasemin Güler
Yasemin Güler
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“Türkiye eski Türkiye değildir!”

Birkaç yazı öncesinde TÜSİAD’ın tarihi çıkışının ardından benim aslında alışılagelmiş bakış açımla birleştirdiğim yorumumu yazmıştım. İlgili linkten okuyabilirsiniz…

Ardından da aslında bundan sonra olacakları merakla beklediğimi belirtmiştim…

Hızlı bir soruşturma açıldı. Bence TÜSİAD tarafından beklenmesi gereken bir hamleydi. Ancak görünen o ki, beklemedikleri bir tepkiyle karşılaşmışlar. Bugün itibariyle yapılan açıklamalar soruşturmanın açılma hızıyla doğru orantılı bir geri adımın ayak seslerini dinletti bize.

İki gün önce kürsüden ülkenin ve sanayicinin sorunlarını dile getirirken son derece güçlü duran TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Üyelerimizden, siyasilerin yaptığı ve TÜSİAD’ı eleştiren açıklamalardan üzüntü duyulduğuna ilişkin çok sayıda mesaj aldık. Yanlış anlamaları da gidermek amacıyla bugün ya da yarın kapsamlı bir açıklama daha yapacağız” dedi.

Kısacası 4 bin 500 üye şirketiyle ihracatın yüzde 80’ini yapan, istihdamın yüzde 57’sini karşılayan, kurumlar vergisinin yüzde 80’ini ödeyen TÜSİAD da ülkedeki sorunları dillendirebilecek kadar güçlü değil artık.

O eski Türkiye’den eser kalmadığını öğrenmelerine çeyrek var…

Zaten maksat halkın yaşadığı sıkıntılara değinmek değildi. Asıl maksat çeşitli bahaneler üretmek suretiyle şirketlere kayyum atama yetkisine ilişkin yasanın, içinden ne çıkacağını çoğu kez bilmediğimiz torba yasalardan birinin arasına karıştırılmış olmasıydı.

Bu iyi bir şey mi?

Elbette değil…

Bu durumda yabancı sermayenin ülkeye gelişi artık hayal olduğu gibi yerli sermaye de pılısını pırtısını toplayıp gidecek buralardan demektir.

Adamlar oturup da bir biçimde malımıza çökülsün diye sabırla bekleyecek değiller elbette. Bence yaşanan bu soruşturma hadisesinin duyulduğu ilk andan itibaren banka hesapları filan hızla boşaltılmaya başlanmıştır bile.

Çünkü görünen o ki, herhangi bir şirkete devlet tarafından kayyum atanmamasının tek garantisi hükümete yakın olmaktan geçiyor.

Şimdi yakın olan var, olamayan var, yakın olandan daha yakın olan var, yakın olma çemberinin dışına itilen ya da itilmesine çeyrek kalan var…

Sermaye riski göze almaz!

Haaa… Biz ne yapacağız? Yani sermayesi ayın başında alacağı iki kuruş maaş olanların başına neler gelecek diye sorabilirsiniz elbette.

Çok mantıklı bir soru…

Şimdi şöyle canım kardeşim; ünlü, aynı zamanda kültür düzeyi aşmış gitmiş bir işinsanımızın söylediği gibi; “Sen bir yevmiyenin peşinde koşan adamsın, bir yevmiyenin peşinde koşan adamsın!” şeklinde nitelendirilen bizler için farklı alternatifler mevcut fırsatlar ülkesinde…

Çoluk çocuğu büyüttüyseniz mesela, alıp başınızı bir küçük köyde zaten cüzi olan ve giderek daha da cüzileşecek emekli maaşınızla geçinip kapının önündeki bahçenize ekip biçtiklerinizle idare etmenin yoluna bakabilirsiniz.

Hem hayat keşmekeşinden kurtulur hem de ‘Az insan çok huzur’ biçimli sosyal medya paylaşımları yapabilirsiniz.

Tabi burada hastalanmamaya çok dikkat etmeniz gerekir.

Zira devlet hastanesine tanıdık milletvekili falan olmadan gitmeniz biraz zor artık. Hadi diyelim özele gittiniz biriktirdiğiniz parayla; siz ameliyat olurken, bir anda yüzde yüz steril edilmiş ameliyathane odasına hastanenin muhasebecisi dalıp size stend fiyatları hakkında detaylı bilgiler vererek pazarlığa oturabilir.

Olur yani bunlar, oluyor hali hazırda…

Eee… Sen de kendini hazırla…

“10 bine de var, 25 bine de, 35 bine kadar gidiyor. Hangisini istersiniz?’ can alıcı sorusu ile birlikte artık aklınızdan neler geçer bilemiyorum.

Bu bahsettiğim iyimser bir tablo…

Bir de çoluk çocuğun büyümediği, daha eğitim aşamasında olduğu tablo var ki, “Bize bu zenginliği Allah verdi…” şekilli bir hayatımız olmadığından, işin o kısmında çok daha zorlanacağımız aşikar.

Ben derim ki; ne yapın edin, çocukların yurt dışında bir ülkede kendini kurtarabileceği meslekler ve yabancı dil edinmesine gayret edin. Eğer başarabilirseniz hem siz evladınızı kurtarırsınız hem de yeri geldiğinde evladınız size bir umut kapısı olur.

Gurbetti, hasretti kavramlarını unutun, koyun cebinizin en derin köşesine…

Çünkü zaten kendi ülkemizde yaşıyoruz gurbeti, hasreti…

Ne demiş şair;

“Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”

Biz bu hale nasıl oldu da geldik diye soracak olursan, ona da bir şairle yanıt vermek isterim pek bilindik dizeleri sıralayarak;

“Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi…

…Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını,

Sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,”

Bir alternatif daha var da, şöyle bir silkelenip ülkenin geleceği için mücadele etmek gibi. Buna kimsenin yeltenmeyeceğini bildiğimden fazla uzatmak istemiyorum yazıyı boş beleş cümlelerle…

Çünkü gerçekten de Adalet Bakanımız Yılmaz Tunç’un da dediği gibi “Türkiye eski Türkiye değildir”

HABERLER