AK Parti için bir namus meselesi haline gelen seçimlerde adil olmayan koşullarda başladı, adil olmayan koşullarda sürüyor yarış.
Bir muhalefet partili adaya karşı diğer muhalefet partilerinin adayları ve iktidarın adayı ve iktidarın bakanları ve iktidarın maddi manevi bütün kazanımları ve onlar da yetmiyorsa ‘iktidarın Cumhurbaşkanı…’
Buradaki ‘iktidarın Cumhurbaşkanı’ hitabının yanlış kullanıldığını düşünmeyin sakın. Malum bizim Cumhurbaşkanımız partili, yani AK Parti’nin Genel Başkanı aynı zamanda, dolayısıyla ‘iktidarın Cumhurbaşkanı’ hitabının tam yerini bulduğunu düşünüyorum hem iktidarı elinde bulunduran güç olması açısından hem de muhalefet partilerinin adaylarını desteklemeyip sadece iktidar partisinin adaylarını desteklediğinden dolayı, kapsayıcılığı açısından…
Biraz ilginç oldu, ben de farkındayım. Sistem de ilginç zaten. Bu konuyu sistemin hayata geçmesiyle birlikte defalarca söyledik, yazdık, çizdik, Cumhurbaşkanlığı makamının tüm ülkeyi kapsayan deyim yerindeyse, ‘devlet baba’ sıfatının içini dolduran konumunun bozulmasının ciddi bir ayrılık yaratacağından bahsettik.
Elbette dinlenmedik, fakat şimdilerde özellikle iktidar partisiyle yollarını ayıran siyasi partilerin adayları ve yöneticileri ne demek istediğimizi gayet net anlar oldular.
Biz devletin öteki çocuklarıydık uzun süredir, mahallenin öbür tarafı, istenmeyen kesimiydik, aramıza hoş geldiniz ve iyi ki geldiniz. Böyle böyle görülecek bence yanlışlıklar ve ne demek istediğimiz. Tabii kısa sürede pes etmez, karşı mahallenin zorlu koşullarından, tozlu çamurlu yollarından yürümekten sıkılıp ülkenin cici, pırıltılı tarafına yeniden geçmezseniz.
Şunun şurasında seçime kala kala üç dört gün kaldı. İstanbul’da Ekrem İmamoğlu tek başına hem muhalefetin adayları ile hem de iktidarın adayı ve bakanları ve Cumhurbaşkanı ile yarışıyor, hatta bazı anketler kendisini doğrudan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yarıştırıyor.
Elde edilen sonuçlar enteresan…
Metropoll Araştırmanın bu konudaki anketine bir bakın derim…
Vatandaşın oy verirken iki davranış modelinde ısrarcı olduğunu unutmamak lazım, birinci modelde, vatandaş baskın gücün yanında durmayı, en azından elindekileri yitirmemek için yeğliyor. İkinci modelde ise eğer iyi işlenir ve vatandaşın aklında bir yer edinirse, bu ülkenin insanı mağdurun yarında saf tutuyor. Birbirine tezat iki durum da yaşanan pek çok seçimde karşımıza çıktı. Hangi durumda hangi tercihin yapılacağı meselesi ikna kabiliyeti ile doğru orantılı elbette.
Buradan Bursa’ya yönümüzü çevirecek olursak şunu söylemek mümkün, Bursa Bursa olalı böyle bir bakan yağmuru görmedi.
Bakanların şehrimizi ziyaret etmesi bize memnuniyet verir elbette. Üretime bunca katkısı olan, üretim yoğunluğu nedeniyle; havası, suyu, toprağı kirlenen, 17 organize sanayi bölgesine sahip olan, var olma mücadelesi veren sanayi bölgeleri ile birlikte sanayi bölgesi sayısı 21’e yükselecek olan, bunlar yetmezmiş gibi seçimlerin hemen ardından 3 sanayi bölgesini daha bünyesine katarak bereketli tarım topraklarından bir miktarını daha kaybedecek olan, ovası harap, aldığı göçler nedeniyle insanı bedbaht olan Bursa’nın ürettiğinin çok altında hizmet aldığını defalardır söylüyoruz.
Hani insan diyor, bunca Bakan geliyor, bari derdimizi anlatalım, şehrimiz her bir bakanın bakanlığı kapsamındaki hizmetlerden yeterince yararlansa zaten abad olur, o da olmuyor.
Bakanlar birkaç kurum ziyaretinin ardından çıktıkları kürsülerde, ‘bizim belediye başkanımıza oy yoksa, size benim bakanlığımdan hizmet de yok’ minvali konuşmalar yapıp gidiyorlar geldikleri gibi hızlıca.
Onların da işi zor. Ülke 81 ilden 922 ilçeden oluşuyor. Her birine gidilecek, her birinde ufak tefek ziyaretler yapılacak, hiç tanımadıkları adayların elleri kaldırılacak, kulaklarına fısıldanan aday adı zikredilerek adaya oy istenecek ve üstüne ‘Bizim adaya oy yoksa hizmet de yok’ gibi konuşmalar yapılacak. Hatta bazı noktalarda bu konuşmaların dozu öyle kaçacak ki, misal Balıkesir’de olduğu gibi; “Bize destek sözü vermeyen, bizle beraber bu kadar ilişkimize rağmen arkamızdan iş çevirenlerle de şehrin bir hesabı olacaktır” denilecek.
Tüm bu konuşmalar gösteriyor ki, iktidar cephesinde mağduriyet yok, onların dili güçlünün güçsüzü ezeceğinden bahsediyor. Yani iktidar vatandaşın ilk oy kullanma refleksine oynuyor.
17 bakan ve Cumhurbaşkanı ile yarışan adayları ise ucuz ekmek kuyruklarında, ucuz et kuyruklarında, iftar çadırları önündeki ucuz yemek kuyruklarında bekleyen, bu yılı emekliler yılı ilan ettik diyen hükümetin verdiği ile ayın sonunu değil yarısını dahi getiremeyen emekliler oylayacak.
Adayları, ekonomik çöküş nedeniyle üniversiteyi bırakan gençler, bu ülkede gelecek göremediği için başka ülkelere gitme planları yapan üniversite mezunları, iki üniversite bitirdiği halde iş bulamayanlar, ailesine bakamadığını düşündüğünden erken yaşlanan babalar, çocuklarının beslenme çantasına bir kutu süt koyamayan anneler oylayacak.
Yani bu kez vatandaş eğer ikna olursa aslında kendi mağduriyetini oylayacak.
Kanaatkar Türk insanı bu mağduriyete ikna olacak mı?
Onu da Pazar günü göreceğiz…