Cumhur İttifakı’nın en küçük ortağı olarak anmaya alışık olduğumuz Büyük Birlik Partisi son dönemlerde ülkede yaşananların ardından aslında İttifak sürecinin seçim dönemi için geçerli olduğunu, dolayısıyla partinin kendi görüşlerini açıklayan, yapıcı muhalefet görevini üstlenmesinin zamanı geldiğini düşünerek olsa gerek bugün bir basın toplantısı düzenledi.
Toplantıyı üç ana başlık altında incelemek mümkün…
İlk başlık tüm dünya için bir trajedi olan İsrail’in Gazze’ye sürdürdüğü saldırıydı.
Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı; “Dün TBMM’de kapalı bir oturum gerçekleştirildi. 17 bin çocuk, 40 binden fazla şehit, 10 binden fazla enkaz altında kalmış insan var. Orta Doğu adeta kan gölü haline getirilmiş durumda. Buna Dünya’nın sözde özgürlük havarisi olan ülkeler sessiz kalıyor. UNESCO nerede? Camiler, ibadethaneler, tarihi dokusu olan her şey yerle yeksan edildi. Dünya Sağlık Örgütü nerede? Sağlık sistemi çökertildi. Daha yeni doğmuş bebekler var. Hiçbirinin sesi çıkmıyor. Birleşmiş Milletler’de katil İsrail’in katil Başbakanı da katliamlardan fütursuzca bahsetti. Siyonist, katil İsrail bazı şeyleri kendisi yaparken, bazılarını Amerika’ya, bazılarını terör örgütlerine yaptırıyor. Mutlaka Suriye’deki terör örgütü kalıntılarının temizlenmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Gazze’de büyük bir insanlık dramının yaşandığı gerçeğine tüm dünyanın kulaklarını tıkamış olmasına karşılık ses çıkarmak gerekiyor elbette. Ben tüm ülkeyi ilgilendiren bu konu hakkında kapalı bir oturum gerçekleştirilmesini pek de doğru bulmayanlardan biriyim. Ne konuşuluyor, ne karar alınıyor ise bu ülke vatandaşları bilmeli, konu hakkında bilgilendirilmeli ve bilinçlendirilmeli diye düşünüyorum…
Gelelim ikinci gündem maddesine…
Ülkenin sınırlarında yaşanan vahşetin sınırların içinde de farklı yansımalarını gördüğümüzü hepimiz iliklerimize kadar hissediyoruz sanırım. Bu ülkede kadın, çocuk, hayvan ve bitki olmanın nasıl büyük bir günah haline geldiğini, bu arsız günahı işleyen biz kadınların, bizim çocuklarımızın, hayvanlarımızın ve bitkilerimizin nasıl insanlık dışı biçimlerde şiddet eğilimleri ile cezalandırıldığını hatırlatmama gerek var mı bilmiyorum…
Aslında anneler olarak hiç aklımızdan çıkmayan şiddet görüntülerine ne zaman maruz kalırız, evlatlarımızı böylesi şeylerden nasıl koruruz düşüncesi her daim beynimizi kemiren bir muamma artık.
Tüm Türkiye gibi Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı da polisin yakaladığı suçluların adliyenin kapısından elini kolunu sallayarak çıkmasından yakındı.
“Suçlular adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor, iyi hal indirimi veriliyor. Tahliyesiz müebbet gibi bir sistemimiz yok. Katiller yine dışarıda. Suçlular tahliye olduktan sonra aynı suç defalarca işleniyor. Geldiğimiz nokta itibarıyla biz Büyük Birlik Partisi olarak 2 suça idam cezası istiyoruz. Cezalar caydırıcı olmazsa, mağdur olmuş, yakınlarını kaybetmiş, şiddete uğramışların yakınlarının içine su serpmezse, bu şiddeti, bu kaosu nasıl önleyeceksiniz? Küçük çocukları kaçırıp cinsel istismarda bulunarak öldüren canilere, askeri, polisi, masumu öldüren teröristlere, idam istiyoruz! Büyük Birlik Partisi’nin desteklediği Anadolu insanının özünü barındıracak, bizim içimizden çıkan yeni bir anayasaya idam cezasının konulması lazım” şeklinde konuştu.
Bir yanı ile hükümetin yakınında duran, diğer yanıyla yanlışları söyleyebilmek adına muhalefet görevini de yerine getirme gayreti gösteren Büyük Birlik Partisinin talebi olan idam cezası böylesi suçların önlenmesinde etkili olur mu tam olarak kestirmek güç.
Geçmişte yasalarımızda var olan idam cezasının fütursuzca uygulamaları nedeniyle yanan canları da unutmamak lazım. Bir intikam aracı olarak kullanılan idam cezası yerine caydırıcı ve uygulanan cezaların oluşturulmasını, cezaların azaltılmasına yönelik suçlulara sürekli bir iyimserlik içinde yaklaşan kanunların değişmesini daha gerçekçi bir tedbir olarak görüyorum kendi adıma.
Gelelim, üçüncü gündem maddesine…
Güvenlik sorunu kadar insanların canını yakan bir diğer konu olan ekonomik sorunların artık görmezden gelinecek hali kalmadığının Büyük Birlik Partisi temsilcileri de farkında elbette.
“Pandemi süreciyle başlayan ve Türkiye’nin deprem süreciyle yüzleştiği, savaşların, katliamların ekonomiyi etkilediğini biliyoruz. Ancak bunun sorumlusu ne emekli, ne asgari ücretli, ne de esnaf, sabit gelirlidir!” diyerek bir gerçekliğe dikkat çekti Alfatlı konuşmasında.
Sabit gelirlinin giderek fakirleşmesinin yanında üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir diğer konu da hayat pahalılığının devam ediyor oluşuydu.
“İnanılmaz bir hayat pahalılığı, istismar var. Fırsatçılarla çok ciddi bir mücadele yapılması lazım. Gerekirse süresiz işyerlerinin kapatılması lazım. Birileri emekli maaşıyla geçinmeye çalışırken, fiyatları sürekli arttırmak, vatandaşı adeta bütün ekonomik sıkıntıların sorumlusu gibi göstermeye çalışmak vicdani değil. Eylül ayında açlık sınırı 19 bin civarı, asgari ücret 17 bin, emekli maaşı 12 bin 500 lira. Enflasyon rakamları yüzde 40’lar, 45’lerle 2024 yılının bağlanacağı ifade ediliyor!” sözleri kayda değer. Asgari ücretin yılda 2 kez arttırılmasını talep ettiklerini belirten Alfatlı, asgari ücretin enflasyon oranında artmasının dışında ilave olarak 5-10 puan refah payının da maaşlara eklenmesini istiyor.
Sözün özü ise şu; “Dolaylı vergilerin, dolaysız vergilerden fazla olduğu bir ülkede adaletten bahsedemeyiz. Az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alındığı bir döneme geçilmesi gerekiyor”
Yıllardır üzerinde durduğum konu da bu zaten. Asgari ücretli maaşını cebine koymadan vergisi verirken, aldığı ekmeği sofrasına koymadan vergisini öderken, hayatımızda kullandığımız tüm tüketim maddelerinin yüzde 20’lere varan vergileri varken ve biz bunları öderken, milyonlarca liralık vergileri bir kalemde silinen dev gibi firmaların vatandaşın hakkına girdiği gerçeğini görmezden gelemeyiz.
Hele hele vergisini peşin peşin ödeyen, bir anlamda ülkenin geçimini sağlayan gariban vatandaş adına bu vergileri affetme hakkını kendisinde görenlerin umursamazlığı akıllara zarar…
Hasılı kelam, ülkede ciddi bir güvenlik ve ekonomi sorunu mevcut yaşamı sürdürebilmek adına. Aksi durumda, vatandaşın umutları giderek tükeniyor, yaşam giderek zorlaşıyor…