Demet Akbağ, yeniden tiyatro sahnesine dönmesinin heyecanını, tiyatroya başlamasına vesile olan babaannesini ve sahnede geçen yıllarını anlattı. Sahneye dönmek için 15 yıl beklediğini ve bu sürenin nasıl geçtiğini hiç anlamadığını söyleyen Akbağ, “Seyirciyle bir şekilde buluştuk sinema salonlarında, bazı televizyon projelerinde ama tiyatroda göz göze olmayı, onların nefesini duymayı çok özlemiştim.” diye konuştu.
Sanatçı Akbağ, uzun zamandır tiyatroya dönme isteği içinde olduğunun altını çizerek, şunları aktardı: “Mesleğe ilk başladığım yıllardan itibaren tiyatro hep hayatımda var. Bir baktım ki epey bir zaman geçmiş. Nasıl geçtiğini anlamadan filmler, seri filmler, televizyon projeleri derken, epey ara vermişim. İki-üç yıl önce konuşmaya başlamıştık. Ben hep yeni bir oyun olsun istedim. Biraz da fazla seçici oldum. Aslında pek çok tiyatro metni okudum. Eski oyunlar, klasikler okuduk. Çok farklı bir şey yapsak, klasik bir oyunla mı sahneye çıksam? Her biri düşünüldü. Hatta uzun uzun düşünüldü. ‘Vakit var. İçimize sinen bir şey olsun.’ dendi. Ama hep içimde bizden ve tabii ki alıştığım o kalemden bir şey çıksın istedim. Biraz da bunu beklemişim.”
Necati Akpınar ve Yılmaz Erdoğan ile sık sık bir araya geldiğini vurgulayan Akbağ, “Dedik ki ‘Seyirci salonu doldursun. Ara vererek oturmasınlar. Seyirci bir tiyatro salonuna gelirken tedirgin olmasın. Güzel olsun, istediğimiz gibi olsun her şey.’ Böyle diyerek iki yıl geçti. Sonunda Yılmaz, ‘Oyunumuz hazır.’ dedi, bundan 4-5 ay önce. Oyunu ufak dokunuşlarla tekrar toparladı. 6 haftalık bir prova süreci geçirip hemen kadromuzu oluşturduk. Biz zaten Serdar Biliş ile bir oyun yapma hevesiyle yola çıkmıştık” ifadelerini kullandı.
Akbağ eserde, genç oyuncular Salih Bademci, Caner Alkaya, Sinem Ünsal ve Burak Dakak ile sahneye çıktıklarının altını çizerek, şunları söyledi: “Hakikaten ben provayı çok seven bir oyuncu değilim ama bu oyunun provaları hiç bitsin istemedim. Çok eğlenceli bir prova süreci geçirdik. Serdar, oyuncuya çok alan tanıyan, onu çok özgür bırakan ve hakikaten yüz defa seyrettiği şeyle, aynı derecede gülen ve eğlenen biri. O yüzden bu da bize büyük enerji verdi ve sonunda seyircimizle buluştuk. Henüz emekliyoruz. Tiyatroda böyledir. Oyun demlendikçe, oynandıkça seyirciyle buluştukça daha da tatlılaşır, güzelleşir. Aslında aynı metin oynanır ama her oyun başka bir macera, başka bir heyecandır tiyatroda. Geri dönüşü yoktur çünkü ve seyirci sizi izlemek için gelip oturmuştur. Televizyon ve sinemadan en büyük farkı bu. Bir kere yaşanan, bir kere olup biten bir şey. O yüzden de heyecanı her zaman daha büyük.”
Oyuna özel hazırlanan maping gösterisine de değinen Akbağ, “Artık insanlar televizyonda, sinemada, platform ve kanallarda o kadar çok fazla şey izliyor ki. Seyirciyi artık görsel olarak da çekmeniz, her şeyiyle o dünyanın içine sokmanız gerekiyor. Bu oyunun metni de masalsı anlatıma çok uygun. Sahnede hiç boş alan bırakmadan, oyuncuyla, görselle, aksesuarla, dekorla her şeyle seyirciyi devamlı sıcak tutmanız gerekiyor. Bence güzel oldu. Umarım seyirci de sever. Salonlar dolar taşar, biz de mutlu mutlu oyunumuzu oynarız” değerlendirmesinde bulundu.
Usta oyuncu, Aydınlıkevler’in hikayesinin 1975’te başladığına işaret ederek, şunları kaydetti: “Türkiye’nin çok karışık olduğu dönemler. Hem siyasi olarak karışık hem yoklukla, ambargoyla mücadele ediyor Türkiye. Ortam epey bir karışık. O yoklukta, Ankara’da küçük bir mahallede sevimli, sıcak mahalle komşularıyla bir kesit anlatıyoruz. O dönemde geçiyor bütün hikaye. Benim kuşağım için bence çok tanıdık. Biraz nostaljik gelecek onlara. O masum yıllar çok güzel. Yokluğun içindeki küçük sevinçler, mutluluklar heyecan verici. Yokluk derken, seyirciyi buruk bir tebessümle güldüren bir mizahı da var oyunun, yazarımızın kaleminden kaynaklanan. O trajikomik üslubun, her zaman çok iyi anlatıldığı metinlerden biri bence. Benim de oynamaktan çok keyif aldığım tarz bu. Sonuçta o yokluğu, sıkıntıyı, Ankara’nın soğuğunu, ayazını hissederken bir yandan da tebessüm edebiliyorsunuz. Bence oyunun sihri ve güzelliği burada.”
YORUMLAR