Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNICEF), Uluslararası Eğitim Günü dolayısıyla yayınladığı açıklamada, dünyada 635 milyondan fazla öğrencinin okulların kısmen ya da tamamen kapatılmasında etkilendiği vurgulanıyor.
“Çocuklar temel aritmetik ve okuryazarlık becerilerini kaybetmiş durumda” ifadelerinin kullanıldığı açıklamada, düşük ve orta gelirli ülkelerde okulların kapanması sebebiyle 10 yaşındaki öğrencilerin yüzde 70’inin basit bir metni okuyamaz ya da anlayamaz hale geldiğini bildirildi.
Okulların kapanmasının, öğrenme kayıplarına ek olarak çocukların ruhsal sağlığını etkilediğine işaret edilen açıklamaya göre, bu kısıtlamalar öğrencilerin düzenli beslenme kaynağına erişimlerini azalttı ve istismara maruz kalma risklerini de arttırdı.
Türkiye’de ise Kovid-19 kısıtlamaları kapsamında okullar yaklaşık olarak 1.5 sene kapalı kaldı.
Bu süreç içerisinde çeşitli kademelerde uzaktan eğitime daimi olarak devam ederken, özellikle sınav yılı yaşayan sınıflar kısmi olarak yüz yüze eğitime devam etti, yetiştirme ve destekleme kursları da yapıldı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre Türkiye’de 2020-2021 eğitim yılında, okul öncesi eğitim, ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde, toplam 18 milyon 85 bin 943 öğrenci örgün eğitim aldı.
Sputnik’ten Burcu Okutan, Türkiye’de yüz yüze eğitimin sekteye uğramasının öğrencilerin eğitim ve öğrenimlerinde hangi sıkıntılara yol açtığını ve nasıl telafi edilmesi gerektiğini Eğitim Reformu Girişimi ekibinden Kıdemli Politika Analisti Yeliz Düşkün ile konuştu.
‘OKULLARIN KAPALI OLDUĞU DÖNEMDE DEVAMSIZLIK TAKİBİ YAPILMADI’
Türkiye’nin, okulların en uzun süre kapalı kaldığı OECD ülkelerinden biri olduğuna dikkat çeken Düşkün, “Meksika, Kosta Rika ve Polonya’nın ardından 4. sırada geliyor. Okullar, özellikle ortaokul ve liselerdeki ara sınıflarda çok uzun süre kapalı kaldı. 8 ve 12’inci sınıflar haricinde hakikaten çocukların okulla ilişkisinin çok az olduğu, okulların açık olduğu sürenin 20 güne kadar düştüğünü görüyoruz. Bu dönemde online eğitim olsa da devamsızlık takibi yapılamadı. Aslında bu bizim için, anlamlı bir şekilde devamsızlık takibi yapılamaması da bir sorun. Normal şartlar altında yüzyüze eğitimde de, eğitim sadece okulda bulunmak değil, devamlılığın sağlanmasıdır. Zaten Türkiye’de halihazırda da devamsızlık süresi yüksekti. Aynı zamanda sınıf tekrarının da kaldırılması önemli değişikliklerden biri oldu” dedi.
‘5 YAŞINA KADAR OLAN ÇOCUKLARDA BEKLENEN UZUN VADELİ KAYIPLAR VAR’
Bu süreçte okul öncesi eğitime kayıtlarda düşüşün olduğunu vurgulayan Düşkün, şu ifadeleri kullandı:
“Yüz yüze eğitimin en fazla açık olduğu okul öncesi eğitimde kayıt oranlarında büyük bir düşüş yaşandı. Net okullaşma oranı 5 yaş ve üzerinde yüzde 71’in üzerine çıkmıştı. Ama 2020-2021 eğitim öğretim yılında yüzde 57’ye kadar geriledi. Bunlar çok önemli çünkü okul öncesi eğitime erişemeyenlerin de gelecekteki kazanımları hem akademik hem de sosyal, duygusal anlamda bundan etkilenecek. Çok kısa süreli bakmazsak pandemi kısıtlamaları döneminde 3-4-5 yaşlarında olan çocuklar için uzun vadede beklenen kayıplar da var.”
‘ÖZELLİKLE MATEMATİK ALANINDA ÖĞRENME KAYBININ DAHA ÇOK OLMASI BEKLENİYOR’
MEB’in telafi eğitimleri ve kursları düzenlediğine işaret eden Düşkün “Öncelikle neyi telafi edeceğimizi bilmemiz gerekiyor. Neyin telafi edileceğini bilmemiz için daha fazla izleme ve değerlendirmeye gerek var. Özellikle matematik alanında öğrenme kaybının daha çok olması bekleniyor. Literatür de bunu gösteriyor. Türkiye’de de öğrenme kaybının ne düzeyde olduğuna dair bir araştırma var. Bunun sonuçlanması önemli ancak saha gözlemleri, öğretmenlerin deneyimleri, matematikte bir düşüşe işaret ediyor. Diğer alanlarda da elbet öyle ama matematik çok kritik. Ulusal ve uluslararası değerlendirmeler matematiğin hepsinde daha çok çocuklar için zor bir alan olduğunu ve başarının daha düşük olduğunu gösteriyor” diye konuştu.
‘KAYGININ, STRESİN ARTMIŞ OLDUĞUNU DİLE GETİRİLİYOR’
Sosyal duygusal öğrenmede deneyimlerin önemine dikkat çeken Düşkün, okulların kapalı olduğu dönemde çocukların bu durumdan nasıl etkilendiğini şu şekilde anlattı:
“Çocukların başkalarıyla teması azaldığında, evde kaldıklarında bu deneyimlerden yoksun kaldılar. Sosyalleşme olanaklarından, akranlarıyla birlikte olmaktan mahrum kalmış oldular. Bunların sonuçlarını aslında öğretmenler bize telaffuz ediyor. Yüz yüze eğitime dönüş yaşandığındaki deneyimlerini sorduğumuzda şunları duyuyoruz. Örneğin, 3. sınıfa gelmiş bir çocuk normalde okul kuralları ve uyum konusunda belli bir noktada olur. Ama bu çocuklar 1. sınıfın ikinci yarısında yüz yüze eğitimden ayrıldıkları için öğretmenler ‘yeniden okula uyum kuralları öğretmek durumundayız’ diyorlar. Düzeyleri 1. sınıf çocuğu gibi. Bizim yaptığımız görüşmelerde çocukların sosyalleşmekten çekindikleri durumlar olduğunu, kaygının, stresin artmış olduğu dile getiriliyor.”
‘ÖĞRETMENLER HİÇ DENEYİMLERİ OLMAMASINA RAĞMEN ONLİNE EĞİTİMDE OKUMA YAZMA ÖĞRETTİ, BU SÜRECİ BERABER YAŞADILAR’
Öğrencilerle beraber öğretmenlerin de bu durumu yaşadığının altını çizen Düşkün, öğretmenlerin ‘iyi olma durumunu’ da etkilediğini vurguladı. Düşkün “ Çocuklara ulaşma konusunda bile öğretmenlerden beklentinin çok fazla olduğu bir süreç oldu. Uzaktan eğitimde teknolojik imkanı olmayan çocuklara ulaşmak da dahil olmak üzere, büyük bir yük oldu üzerlerinde. Örneğin, öğretmenlerin uzaktan eğitimde ilk defa okuma yazma öğretimi yapması gerekti çocuklara. Bunun bir deneyimi yoktu ve bu kritik bir alan. İlkokul 1. sınıfta öğretmenin çocuğun elini tutması, kalem tutmayı öğretmesi bile çok önemlidir. Bu süreçte en önemli aktör yine öğretmen oldu. Uzun vadede öğretmenlerin daha iyi desteklendiği, ihtiyaçlarının karşılandığı bir önlem yaklaşımı olması gerekiyor ki bu telafiler mümkün olabilsin. Neticede çocuğu doğrudan temas eden, kapanma dönemlerinden kaynaklanan eksikliklerinin nasıl telafi edileceği konusunda en fazla çaba sarf edecek olanlar onlar. Bu yüzden yüzümüzü biraz da onlar tarafına döndürmemiz gerekir” dedi.
UZAKTAN EĞİTİMİN YARATTIĞI EKSİKLİKLER NASIL TELAFİ EDİLEBİLİR?
Uzaktan eğitim sürecinin telafi edilmesi için, ilk önce nelerin eksik olduğunun tespit edilmesi gerektiğini aktaran Düşkün “Anlaşılması lazım, bunun için de ortada bir araştırma yok. Milli Eğitim Bakanlığı daha yeni bu araştırmayı yürüttüğünü açıkladı. Bunun sonuçlarını bilmek gerekiyor. Bazı öncelikler yapmak gerekebilir. Uluslararası değerlendirmelerin aslında bugüne kadar işaret ettiği alanlar var. Türkiye’de çocukların temel becerilerden yoksun olması, okuduğunu anlamada, eleştirel düşünmede zorlanması gibi. Var olan müfredata hiçbir şey olmamış gibi kaldığımız yerden uygulayarak, aynı yaklaşım ve yöntemlerle telafisi zor olabilir, mümkün olmayabilir. Sınav sistemlerine ve çocuğu aynı yaklaşarak zor olabilir. Bu deneyimlerin unutulmadığı, çocuğun sosyal duygusal durumunun göz önünde bulundurulduğu bir yaklaşıma ihtiyaç var. Yaklaşımda bir işbirliğine ihtiyaç var. Bunu sadece öğretmenden beklememek ve çocuktan ne bekleneceği konusunda uzlaşıya varmak. Bu gibi kriz dönemlerinde önceliğin akademik öğrenme olmadığı, çocuğun daha ruhsal duygusal iyi olması olduğu zamanlardır. Çünkü bu olmadan öğrenme de olmuyor. Çocuğun öğrenmesi için nelere ihtiyacının olduğuna odaklanan bir yaklaşıma ihtiyaç var” dedi ve ekledi:
‘OKUDUĞUNU ANLAMAMA, MATEMATİK, ELEŞTİREL DÜŞÜNME GİBİ İŞARET EDİLEN ALANLAR VAR, BU KONULARA ODAKLANILMASINDA YARAR VAR’
“Halihazırda değerlendirmelerin işaret ettiği kritik alanlar var, okuduğunu anlamama, matematik, eleştirel düşünme gibi. Buralara odaklanılmasında yarar olacaktır. Öğretmenler burada çok önemli bir aktör olduğu için, özerklik verilmesi gibi, önlemler gerekecektir. Okulun ve öğretmenin karar alma ve karara katılma rolü Türkiye’de çok sınırlı. Şu anda okul okul, sınıf sınıf neye ihtiyaç olduğunu en iyi bilebilecek o okulun paydaşları. Tabii, hiçbir denetleme, kontrol ve yönlendirme olmadan değil, ama okulun ve öğretmenin bu konuda desteklenmesi gerekecektir.”
YORUMLAR