Milliyet yazarı Zeynep İşman, eko-anksiyetenin ne olduğundan etkilerine, sebeplerinden kaçınma yollarına dair merak edilen cevapları, çocuk ve ergen psikiyatristi İrem Yaluğ Ulubil’in tavsiyeleriyle köşesine taşıdı.
Özellikle sosyal medyada yapılan paylaşımlar sonucu ortaya çıkan kaygıyla nasıl başa çıkabileceğinizi düşünüyorsanız bu yazı tam size göre olabilir…
***
Seller, müsilaj ve kül olan ormanlar; yitip giden doğal hayat, hayvanlar, canlar…
Bunların ruh sağlığımıza etkileri, bizde kronik kaygı bozukluğu “eko-anksiyete” yaratıyor; peki bu kaygıyla nasıl baş edebiliriz?
Günlerdir ülkemizde yaşanan orman yangını felaketiyle mücadele ediyoruz.
Paylaşılan görüntüler yüreklerimizi parçalıyor. Dünya genelinde ise sel, fırtına, yangın ve deprem gibi afet haberleri peşi sıra geliyor.
Uzmanların yıllardır uyardığı iklim krizi, kapımızdan girdi. Tüm bunlar, geleceğimizle ilgili ciddi kaygı yaşamamıza neden oluyor. Öyle ki, bu sebeple çocuk sahibi olmayı reddeden yetişkinler var.
2017’de Amerikan Psikiyatri Derneği (APA) tarafından, “çevresel felaketin kronik korkusu” olarak tanımlanan “eko-kaygı”, son yıllarda özellikle gençler ve çocuklar arasında hızla yayılıyor.
Yaşadığı her an karbon ayak izi bıraktığı için endişeli ve sorumsuz yetişkinlere öfkeli gençlerle sarılı çevremiz. Günümüzün gençliği, çevre bilinci konusunda bizden çok daha duyarlı olsa da, gündelik yaşamı etkileyecek derecede ekolojik kaygı bozuklukları korkutuyor.
Özellikle sosyal medya kanallarındaki felaket görüntüleri insanlarda kaygı, depresyon, öfke, çaresizlik, travma ve saldırganlığa sebep olabiliyor.
O yüzden bu gibi dönemlerde, sağlıklı medya kullanım alışkanlıklarına sahip olmak ve çocukları da bu bilgi kirliliğinden korumak gerekiyor.
“BELLİ BİR MİKTAR ENDİŞE FAYDALI”
Çocuk ve ergen psikiyatristi İrem Yaluğ Ulubil, son yıllarda ilköğretim ve ortaöğretimde verilen eğitimle, dünyanın ekolojik dengesinin korunmasının ne kadar önemli olduğunun çocuklara öğretildiğini, günümüzde çocukların dünyanın sonsuz kaynakları olmadığını ve bunu tedbirli kullanmaları gerektiğini çok iyi bildiklerini söylüyor.
Özellikle pandemiyle birlikte dünyanın tek bir yer olduğunu ve dünya iyiyse her şeyin iyi olabileceğini gördüğümüzü söyleyen Ulubil, “Çocukların bu konuda farkındalıkları çok yüksek ve bu noktada endişe duymaları faydalı. Kendimizi korumak ve bundan sonrasında doğru adımlar atabilmek için bir miktar kaygı duymamız gerekli zaten. Ancak bunu duyarlılık noktasında tutmak, aşırıya kaçmamak önemli” diyor.
“GÖZLEMLEMEK ÖNEMLİ”
Ulubil, şunları kaydediyor:
“Bu konudaki endişelerini bir takıntı haline getirmek, tüm diğer psikiyatrik hastalıklarda olduğu gibi, yaşamın sosyal ve mesleki işlevselliğini bozuyorsa, kişinin gelişimine sekte vuruyorsa bunun artık bir hastalık olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Eko anksiyete yani dünyanın kaynaklarının yok olmasıyla ilgili kaygı, eğer hastalık düzeyine çıkarsa bu mutlaka tedavi edilmesi gereken bir durum.”
Çocukların bu konuyu bir takıntı haline getirmeden önce, onlarla bilinçli düzeyde sohbetler edip, doğru model olunabileceğini söyleyen Ulubil, “Onlara neyi nasıl koruyabileceklerini öğretirsek, aldıkları sorumlulukla ve paylaştıkları bilgiyle beraber kontrolün biraz daha kendi ellerine geçtiğini düşünüp, kaygıları azalacaktır. Eğer kaygının daha da tırmandığını ve bunun obsesif bir hastalık haline geldiğini görüyorsak, bir ruh sağlığı hastalıkları uzmanına başvurmak önemli. Travma sonrası stres bozukluğunu da önümüzdeki günlerde takip etmek, çocukları gözlemlemek gerekli” önerisinde bulunuyor.
AZALTMAK İÇİN NELER YAPMALI?
Çocuklara doğa sevgisini aşılamak ve eko anksiyeteyi azaltmak için neler yapmalı:
Küçük yaştan itibaren, dünyanın tüm canlıların evi olduğu bilincini aşılayarak,
İhtiyaç ve istek arasındaki farkı öğretip, ihtiyaç dışı tüketimi azaltarak,
Hiçbir çöpü doğaya atmayarak, plastik, cam gibi atıkların geri dönüşüm şeklinde değerlendirilmesini sağlayarak,
Doğada daha çok vakit geçirip, doğa ile barışık çocuklar büyüterek,
Sokak hayvanlarına yardım ederek,
Gereksiz yere araç kullanmayıp, yürümeyi, bisiklete binmeyi daha çok teşvik ederek,
Et tüketimini azaltarak ve bitkisel ağırlıklı beslenerek
Karbon ayak izi konusunda daha çok bilgilenip, daha çok konuşarak,
Su tüketimi konusunda hassas davranarak,
Evsel gıdalardan çıkan çöpleri, kompost yöntemi ile toprağa gübre yaparak.
Kaynak: Milliyet / Zeynep İşman
YORUMLAR