Olağanüstü bir dönemden, olağan bir siyasi parti çıkarmak nasıl başarılabilir?
Turgut Özal’ın Anavatanı işte böyle koşullarda doğmuştu.
Başbakanlık müsteşarı olarak, 24 Ocak gibi radikal ekonomik kararların altına imza koyan Özal, o güne değin hiçbir siyasi partinin çatısı altına girmemiş, siyaset yapmamış ve işlerinde başarılı şahsiyetlere partinin kapısına açarak adeta bir devrim yapıyordu. Türkiye genelinde olduğu gibi Bursa örgütü de, Özal’ın aradığı kriterleri taşıyan isimlerden oluşmuştu. Daha sonra milletvekili ve bakan da olan bu isimlerden bazıları, Ahmet Kurtcebe Alptemoçin, İlhan Aşkın, Hüsamettin Örüç ve Ertuğrul Ünlü idi.
Kurucuların bu özellik ve kimlikleri Anavatan’a, hiçbir partinin devamı olmadığı imajı veriyordu.
Takvimler 30 Mayıs 1983 gününü gösterirken, Özal partisinin program sayılabilecek özelliğini şu cümlelerle açıklıyordu:
“Milliyetçi, muhafazakar, sosyal adaletçi ve rekabete dayalı serbest pazar ekonomisini esas alan bir partiyiz …”
Kuruluştan çok kısa bir süre sonra, genel seçim sınavına giren Anavatan Partisi, sandıktan birinci parti olarak çıkıyordu. 6 Kasım 1983 seçiminde, yüzde 44 oy oranı ve 212 milletvekili kazanan bu yeni parti, tek başına iktidar olurken, Turgut Özal’ı da başbakanlık koltuğuna oturtuyordu. Bu başarıda Devlet Başkanı Kenan Evren’in seçimden hemen önce yaptığı konuşma önemli rol oynamıştı! Evren’in Milliyetçi Demokrasi Partisi’ni (MDP) adeta eliyle işaret etmesi, seçmeni ters yönde etkilemişti…
Turgut Özal, felsefesine uygun olarak, ciddi bir özelleştirme çalışması başlatmıştı. Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT), zarar ettikleri öne sürülerek, özel sektöre bırakılmıştı. Özal seksenli yılların uluslararası sistemi içerisinde Türkiye’yi dışa açarak, bu yönde önemli adımlar da atmıştı.
Devletin küçülmesi kavramıyla bu dönemde tanışıldı.
Özal’ın önemli ekonomik değişimlerinden biri de, adına filmler bile çevrilen Katma Değer Vergisi (KDV) oldu.
Başbakan Özal, reformlarını hızla gerçekleştirirken,1984 yılında şok bir olayla karşılaştı… Terör nitelikli bu olay, Türkiye’nin çözülemeyen sorunu olan PKK örgütünce yapılmış ve ilk anda örgütün varlığı tam olarak algılanamamıştı. Bu arada liberal politikalarla beklentiler tam olarak karşılanamazken, enflasyonist bir ekonomi doğmuştu.
Bu gelişmelerin ardından 29 Kasım 1987 günü, Türkiye yine sandık başındaydı. Seçim yüzde 92,38 katılım oranıyla dikkati çekti. Katılımın yüksek olmasının sebebi, yasaklı siyasi aktörlerin, siyaset sahnesindeki yerlerini almaya başlamalarıydı. Bu durum Özal dönemi hükümet etme sistemine karşı ilk uyarı gibiydi. 12 Eylül Darbesi sonucu, siyaset yasağı konan Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan, 1987 seçimine yeni isimli partilerinin başında girmişlerdi. ANAP seçim sonucunda yüzde 36,31 oy oranıyla birinci parti olmasına rağmen, yüzde 10’luk bir düşüş yaşadı. Siyasi geçmişi olmayan, olağanüstü dönemin ürünü ANAP ilk darbeyi böyle alıyordu.
ÖZAL’A SUİKAST GİRİŞİMİ
ANAP, oylarının düşmesine rağmen TBMM’de 292 milletvekiliyle çoğunluğunu koruyor, Hükümeti yine Turgut Özal kuruyordu. Seçimden kısa bir süre sonra Başbakan Özal, 18 haziran 1988 günü partisinin kongresinde konuşurken, Kartal Demirağ isimli saldırganın suikast girişiminden yaralı kurtuluyor ve şu cümleyi sarf ediyordu:
‘ALLAH’IN VERDİĞİ CANI ANCK ALLAH ALIR’
Yaşam devam ediyordu. 26 mart 1989 tarihinde yapılan yerel seçimlerde, Özal’ın ANAP’ı büyük kentlerdeki başkanlıkların çoğunu yitiriyordu.
Çöküş hızlanmıştı.
Bu yerel seçimin hemen ardından, muhalefet partileri ANAP’ın üçüncü parti olduğunu ve Hükümet’in meşruiyetini yitirdiğini öne sürerek erken seçim istedi. Bu hareket de siyasi tarihimizde bir ilkti. Bu arada Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in görev süresi dolmuş, Özal da Cumhurbaşkanlığı makamına aday olmuştu. Bu adaylık sanki bir kaçışın ve sonun habercisi gibiydi. 31 Ekim 1989’da yapılan seçimle, TBMM’deki çoğunluk ANAP’ta olduğu için Turgut Özal Türkiye’nin sekizinci cumhurbaşkanı seçiliyordu.
ANAP Bir yerlere hızla koşuyordu… 29 Kasım 1987 tarihindeki seçimle düşüş başlamış, bu süreç Özal’ın Köşk’e çıkmasıyla hız kazanmış ve sonunda 1989 seçimiyle tescilli hale gelmişti.
Bu arada ABD ile Irak arasında gerginlik artmıştı. Harekât an meselesiydi. Özal, harekâta Türk Ordusu’nun katılıp, Misak-ı Milli sınırları içinde olan, Musul ve Kerkük’e girilmesini isteyince, Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay, 3 Aralık 1990 tarihinde kendi isteği ile emekliye ayrıldı.
Bu gelişmeler ANAP içinde de ipleri iyice geriyordu.
3 Mart 1991’de İstanbul il başkanlığı için yapılan seçimde, Özal’ın desteklediği eşi Semra Özal’ın il başkanı oluşu bardağı taşıran son damla olmuştu.
15 Haziran 1991’de yapılan ANAP Olağan Kongresi’nde, Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz’a karşı yenilgiye uğradı ve Başbakanlıktan da istifa etti. İlk kez bir başbakan, görevi başındayken makamını kaybediyordu.
Özalsız ve siyasi yaşamdaki bir çok ilkin yaşanmasıyla giderek yıpranan ANAP, 20 Ekim 1991’de yapılan genel seçimde oyların ancak yüzde 24’ünü alarak ikinci parti oldu ve iktidarı kaybetti.
Cumhurbaşkanı Özal, DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel’e hükümeti kurma görevi verdi. DYP-SHP Koalisyonu’nun ikinci yılı yaşanıyordu. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 17 Nisan 1993 günü evinde spor yaparken beklenmedik bir şekilde kalp krizi geçirdi, vefat etti.
Olağanüstü bir dönemde kurulan, bir anlamda kişiye özel bir parti niteliği taşıyan Anavatan, Özal’ın ölümüyle varlığını bir anlamda yitiriyordu.
2009 tarihinde Ankara’da yapılan 10. Olağan Büyük Kongre’de, fesih ve Demokrat Parti ile birleşme kararı alınıyor, böylece, Türkiye Özal’la ve partisi ile yaşadığı özel yılları geride bırakıyordu.
Bugün gördüklerimizle, geçmişte yaşadıklarımıza bakınca aslında net bir sonuç çıkıyor; o da “tarih tekerrürden ibarettir” cümlesini haklı kılması!
YORUMLAR