Sosyal medyanın insanoğlunun iletişim kurma içgüdüsüne hitap eden dijital mimarisi, bağımlılığın ve kontrolünü kaybedenlerde depresyon ve kaygının artmasına sebep oluyor.
İki bölümlük dosya haberinin ilkinde, sosyal ağların genişlemesi ve Kovid-19 salgınıyla sosyal medya kullanımının artışı, sosyal medya bağımlılığı ve bunun klinik vakaya dönüşmesi ele alındı.
‘BİLGİSAYARLARIN YERİNİ BÜYÜK ÖLÇÜDE AKILLI TELEFONLAR ALDI’
Teknolojide mühim gelişmelerin yaşandığı geçen 10 yılda internette gezinmek için bilgisayarların yerini büyük ölçüde akıllı telefonlar aldı.
Akıllı telefonlar ve teknoloji hayatı kolaylaştırırken, özellikle her daim cepte taşınan bu küçük cihazlarda kullanılmak üzere birbiri ardına yeni sosyal medya ağları ortaya çıkmaya başladı.
2004’te Facebook, 2006’da bugünkü adıyla X olan Twitter’ın ve ardından onlarca benzer platformların doğması, anlık mesajlaşmayı ve sosyal medya ağlarını farklı boyuta taşıdı. Hız çağında kullanıcılar yeni platformlarla anlık mesajlaşmanın yanında yeni insanlarla tanışma, sosyalleşme ve profillerinde özel hayatlarına dair gelişmeleri paylaşma imkanı buldu.
‘2012’DE SOSYAL MEDYA PLATFORMLARINDA BİR DEĞİŞİKLİK OLDU’
Montreal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoeğitim Okulunda Profesör Linda S. Pagani’ye göre, 2012’de sosyal medya platformlarında bir değişiklik oldu ve akıllı telefon platformları ve mobil teknoloji önemli ölçüde değişti.
Pagani, bu değişimle ve Tiktok’un ortaya çıkmasıyla söz konusu platformların kullanımında artış yaşandığına dikkati çekti.
Hatta bu platformlara kaydolan ve bunları kullananların sayısı öyle arttı ki son yıllarda örneğin “Facebook bir ülke olsaydı dünyanın en kalabalık ülkesi olurdu” demek artık bir klişe haline geldi.
Bu sosyal medya platformu, 2,9 milyardan fazla küresel kullanıcısı ile Çin ve Hindistan’ın toplam nüfusunu aşmaya doğru ilerliyor.
‘FACEBOOK BİR ÜLKE OLSAYDI BİRÇOK ÜLKEDEN DAHA ZENGİN BİR ÜLKE OLACAKTI’
Facebook bir ülke olsaydı, yıllık 85 milyar dolar geliriyle kesinlikle güney yarım küredeki düşük gelirli birçok ülkeden daha zengin bir ülke olacaktı.
Öte yandan, yeni sosyal medya platformlarının en önemli özelliği, kullanıcı katılımını üst düzeye çıkarması ve tamamen kişiselleştirilebilir olması oldu. Halen devam eden sosyal medyanın evrimi, kullanıcı katılımını en üst düzeye çıkarmayı amaçlıyor.
İNSANOĞLU’NUN İÇGÜDÜSÜNE HİTAP ETMEK
Başkalarıyla etkileşimde bulunmak ve bağlantılar kurmak insanoğlunun ihtiyacı olmasının yanı sıra evrensel ve kaçınılmaz hale geldi.
Sosyal dünya, insanlar arasındaki etkileşimler yoluyla inşa edilirken, yeni nesil sosyal medya platformları tam da insanoğlunun bu içgüdüsünden yola çıkarak tasarlandı.
Profesör Pagani, sosyalleşmek için insanların sanal mecraya yönelmesini şöyle açıklıyor:
“Bu, bizim insani içgüdümüzün bir parçası, bu, sosyalleşme içgüdüsünün bir parçası, sahip olduğumuz ve bunca zaman hayatta kalmamıza yardımcı olan kolektif içgüdümüz.”
‘BURADAKİ TEHLİKE, FARK ETMEDİĞİMİZ BAĞIMLILIK POTANSİYELİDİR’
İnsan beyninin “yüz yüze alışveriş ve etkileşimler için” yapıldığına işaret eden Pagani, “Diğer insanların huzurunda olduğumuzda daha iyi öğreniriz. Başka insanların huzurunda olduğumuzda duygusal olarak daha rahat oluruz” diyor.
Pagani, özellikle gençlerin sosyalleşirken teknolojiye bağımlı hale gelmesi hususuna vurgu yaparak “Buradaki tehlike, fark etmediğimiz bağımlılık potansiyelidir. Ergenlik, doğal içgüdülerin olduğu bir dönemdir. Bağımlılığın gerçekleşmesini sağlıyor.” ifadeleriyle özellikle ergenlikte bağımlılığa dikkati çekiyor.
‘KONTROL ASLINDA SİZDE DEĞİL’
Uzun bir günün ardından evde koltuğa oturduğunuzu ve elinizde telefon, sosyal medya akışlarınızda gezinmeye başladığınızı düşünün.
Akıllı telefonu yöneten ve yönlendirenin siz olduğu ve istediğiniz zaman elinden bırakabileceğiniz bilinciyle rahatça hareket edersiniz.
TikTok’ta hızlı bir şekilde gezinmeye başlarsınız ancak kısa süre sonra kendinizi Instagram reelslerinin, Twitter mesaj dizilerinin ve YouTube videolarının sonsuz döngüsünde bulursunuz. Bir iki saat geçer ancak zamanın nasıl bu kadar hızlı akıp gittiğinin farkında bile olmazsınız.
Bu zaman tüneli deneyimi bir kaza değil. Sizi kaydırmaya, beğenmeye ve paylaşmaya devam ettirmeyi amaçlayan, daha fazla içerik için doyumsuz iştahınızı körükleyen titizlikle tasarlanmış dijital alanların sonucudur.
Sürekli ekrana düşen bildirimlerinizden akışınızın sonsuz kaydırılmasına kadar, bu platformların her detayı dikkatinizi çekmek ve sizi burada tutmak için optimize edildi.
Bu, yalnızca bilinçli bir tasarım değil, çevrim içi davranışınızı şekillendiren ve sizi maksimum etkileşime doğru nazikçe yönlendiren bir dijital mimari biçimidir.
SOSYAL MEDYADA GÜNLÜK HARCANAN SÜRE İKİ BUÇUK SAAT
Birçok insan, doğasında bulunan sosyalleşme ihtiyacı gibi tabi nedenlerden dolayı, iletişim kurma, etkileşimde bulunma, tanınma ve akranları tarafından kabul edilme arzusunu gerçekleştirmek üzere oldukça pratik olan bu mecraya yöneliyor.
Sanallaşan dünyada kullanıcıların sosyal medyada geçirdiği zaman da buna bağlı olarak artıyor.
We Are Social 2023 Küresel Geniş Bakış Raporu’na göre, 2013’te 16 ila 64 yaşındaki kullanıcılar sosyal medya platformlarında günde 1 saat 37 dakika vakit geçirirken, halihazırda bu süre 2 saat 31 dakikaya çıktı.
Kullanıcılar en çok Youtube, Facebook, Whatsapp, Instagram, Tiktok uygulamalarında zaman harcıyor
Bununla birlikte, 2020’de başlayan ve 3 yıl boyunca dünyanın neredeyse tamamını etkileyen Kovid-19 salgını nedeniyle insanların evde hapsolması, onları sosyalleşmelerini sürdürmek için sanal hayata sıkıştırdı.
Kullanıcılar çevrim içi oldukları her 10 dakikanın yaklaşık 4 dakikasını sosyal medyada geçirirken, salgının neden olduğu kısıtlamaların kalkmasına rağmen sosyal medyada harcanan süre 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 2 artış gösterdi.
Sosyal medya kullanıcılarının sayısı salgının başından bu yana yüzde 30’a yakın artarken, salgın bireylerin psikolojik olarak daha kırılgan olmasına neden oldu.
SONUÇ, DAHA KIRILGAN, DAHA DEPRESİF, DAHA ÜZGÜN İNSANLAR
Bugün telefonunu elinden düşürmeyerek sosyal medyada aşırı zaman geçiren bireyler daha depresif ve daha üzgün olma eğiliminde.
Profesör Pagani, bu duruma şöyle özetliyor:
“Artık psikolojik olarak daha kırılgan insanlar var. Bu onları psikolojik olarak daha da kırılgan yapıyor çünkü dışarı çıkmak istemiyorlar, insanlarla tanışmak istemiyorlar, korkuları var. Onlar için yalnızca çevrim içi buluşmak ve sohbet etmek veya konuşmak daha kolay. Zamanla giderek daha fazla izole oluyorlar.”
Özellikle ergenlik döneminde gençlerin hormonları nedeniyle daha kırılgan olduğunu ve çok zor dönemlerden geçtiklerini belirten Pagani, bu kırılganlık döneminin aynı zamanda “diğer insanlarla sosyalleşme ve gerçek insanlarla ilişki kurma ihtiyacının son derece önemli olduğu” dönem olduğunu söylüyor.
‘FARKINDA DEĞİLİZ AMA GERÇEK İNSANLARLA BİRLİKTE OLMAYA İHTİYACIMIZ VAR’
İnsanların daha iyi hissetmek için akıllı telefonlarıyla sosyal medyaya yöneldiğini ancak daha kötü hissettiklerini ve bunun farkında olmadıklarını vurgulayan Pagani, “Farkında değiliz ama başka insanlarla birlikte olmaya ihtiyacımız var. Başka bir deyişle gerçek insanlarla” diyor.
Pagani, en çok kadınların ve ergenlik çağındaki kızların sosyal medyaya duyarlı olduklarını belirterek bağımlılığın boyutuna dikkati çekiyor.
‘KIZLARIN DAHA YATKIN OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ’
Profesör Pagani, sosyal medyanın alışılagelmiş yaşam tarzının bir parçası haline geldiğini, “Günümüzde pek çok insan gerçek ilişkiler yerine sanal ilişkilere ve sanal hayata bağımlılık geliştirdi. Kızların buna daha yatkın olduğunu görüyoruz. Sosyal medyalarında biraz fazla ya da aşırı zaman geçiren insanların daha depresif, daha üzgün olma eğiliminde olduklarını görüyoruz. Daha korkulu, endişeli olma eğilimindedirler” dedi.
YORUMLAR