Türkiye 2021 yılında bir Cumhurbaşkanlığı kararıyla, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çıktı.
Sözleşmeden çıkmak tartışmalara neden olurken, sözleşmeyi dayanak alan 6284 sayılı mevcut kanunun da yürürlükten kaldırılmasını talep eden sesler giderek yükseldi.
Kadın hakları savunucuları, sözleşmeden çıkıldıktan sonra mevcut yasanın uygulanmasında da ciddi sorunlar yaşandığını, kadına yönelik şiddetin giderek arttığını savundu.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Sekreteri Fidan Ataselim, “Kadınların hakları ne zaman tartışmaya açılsa, yargıda da cezasızlığın arttığını gözlemliyoruz” diyor.
Peş peşe yaşanan bu cinayetlerin ‘tesadüfen gelişen münferit olaylar’ olmadığını söyleyen Ataselim, özellikle son bir yıldır kamu otoritelerini, artan şiddet vakalarına karşı uyardıklarını söylüyor.
Ataselim, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve 6284 sayılı kanunun etkin bir biçimde uygulanmaması sebebiyle, toplumdaki cezasızlık algısının çok güçlendiğini belirtiyor.
“Toplumu çürüten şey, uygulanmayan yasalardır. Toplum kendiliğinden değil, toplumsal eşitliği sağlamayan siyasi iktidarın politikaları sonucu çürüdü. Kadınlar karakollara gidip şikayetçi oluyorlar, ısrarlı takip edildiklerini söylüyorlar ama dikkate alınmıyorlar. Bu ölümler göz göre göre geliyor. Vakaların sistematik olarak daha da artacağını öngörmek mümkün.”
“Bakanlıkların sorumluluğu, yasaların etkin uygulanmasının takipçisi olmaktır. Erkekliği güçlendirmek, aileyi kutsamak değildir. Fakat bu yöndeki politikalar sonucu, erkekler artık kadınlara her şeyi yapabileceklerini düşünüyorlar. Çok büyük cesaret kazanmış durumdalar.”
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun basında yer alan haberlerden derlediği verilere göre 2024 yılında şu ana dek 296 kadın öldürüldü; bunların 31’inin faili suç kaydına sahipti.
‘Madde kullanımı tek başına şiddeti açıklayan bir etken değil’
4 Ekim’de Fatih’te işlenen kadın cinayetlerinden sonra, faillerin olası psikolojik sorunları ve uyuşturucu madde kullanımlarına dikkat çeken paylaşımlar yapıldı.
Uzmanlara göre, kadın cinayetleri söz konusu olduğunda, failler mahkeme salonlarında uyuşturucu madde etkisinde olmak, cinnet geçirmek, akli dengesini kaybetmek ya da psikolojik rahatsızlıklar yaşamak gibi gerekçeleri sıklıkla öne sürüyor.
Ancak kadına yönelik şiddeti ‘meşrulaştıran ve normalleştiren’ her türlü çabanın önüne geçilmesi gerektiğini belirtiyorlar.
Türk Psikologlar Derneği, psikolojik sorunların kadına şiddeti açıklamayacağını kaydediyor:
“Şiddetin önlenmesi ve atılacak adımlar yalnızca faillerin tedavisi ve rehabilitasyonundan oluşmaz. Şiddetin cezasız kalması kamuoyunda ciddi bir güvensizlik ve tedirginlik yaratmaktadır.”
“Madde kullanımı tek başına şiddeti açıklayan bir etken değildir. Toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetmeyen, hedeflemeyen politikalarla kadına şiddetin sona ermesi beklentisi gerçekçi değildir.”
“Psikolojik sorunları kadına şiddetin tek sorumlusu gibi göstermek, tıpkı etkili politikaları devreye sokmamak gibi başlı başına politik bir tutumdur.”
Dernek açıklamasında, toplumsal cinsiyet temelli şiddetle mücadele etmek için İstanbul Sözleşmesi’nin önemini hatırlatarak, 6284 sayılı kanunun etkili bir şekilde uygulanmasını talep etti.
‘Incel denilen grupların türemesi toplumda körüklenen kadın nefreti ve düşmanlığının bir sonucu’
Ataselim de cinayetlere sebep gösterilen bu gibi faktörlerin ‘kendiliğinden’ oluşmadığını ve kamunun sorumluluğu olduğunu söylüyor:
“Uyuşturucu da elbette bu sorunun bir parçası. Özellikle emekçi mahallerde uyuşturucunun gırla gittiğini görüyorsunuz. Öte yandan Incel denilen grupların türemesi de kendiliğinden değil; toplumda körüklenen kadın nefreti ve düşmanlığının bir sonucu.”
“Sanki münferit bir olaymış gibi; ‘katil sağlıklı değildi, akli dengesi yerinde değildi’ açıklamaları yapılıyor. Bir kadın birkaç defa şikayetçi olmasına rağmen o kişiyle ilgili herhangi bir tedbir alınmamışsa, bunun sorumluluğu kamusal kurumların üzerindedir.”
“Tehlike saçan bu kişiler, sokakta bu şekilde hareket edememeli. Bir sağlık sorunu varsa da tedavi edilmelidir.”
‘Cezasızlık, öğrenilmiş çaresizlik yaratıyor’
İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasından sonra oluşan yasal boşluk sebebiyle, Türk Ceza Kanunu’na 6 aydan 2 yıla varan hapis cezası öngörülen “ısrarlı takip” suçu eklendi.
Ancak uzmanlara göre, bu suç genellikle hapis cezasıyla sonuçlanmadığı için, şiddete karşı caydırıcı etkisi eksik kalıyor.
6284 sayılı mevcut kanun kapsamında kadınlar, kendilerini takip eden kişiler hakkında uzaklaştırma kararı alabiliyor.
Avukat Ceren Kalay Eken ise bu maddenin uygulanmasında da pek çok sorunla karşılaşıldığını ifade ediyor:
“Kadın karakola gidip şikayetçi oluyor ama şiddet uygulayan erkek bir kapıdan girip öbür kapıdan çıkıyor. Adalet gerçekleşmeyince hem o kadın bir daha şikayet etmiyor hem de adam katmerlenerek güçleniyor.
“Tehdit ve tacizlerine devam eden kişinin elektronik kelepçe ya da hapis gibi çok daha ciddi cezalarla karşılaşması, genelde hayat kurtarıyor. Uzaklaştırma kararı alınan 10 vakasının 7-8’inde, adamlar taciz etmeyi bırakıyor. Ama ısrarına devam ettiği durumda ciddi bir yaptırımla karşılaşmazsa, fail cesaret buluyor.”
“Bir vakada aile hakimi ısrarlı takip ihlalinde hapis kararı vermedi, o adam gidip kadını öldürdü, sonra aile mahkemesi hakimini emekli ettiler.”
‘Eğitim başta olmak üzere, bütüncül politikalar gerekiyor’
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetle mücadele için, tüm kamu kurumlarına ‘önleme, koruma ve etkin soruşturma’ bağlamında çeşitli ödev ve sorumlulular yüklüyordu.
Eken, kamusal eğitim başta olmak üzere, sözleşmenin işaret ettiği bütüncül politikanın yeniden hayata geçirilmesi gerektiğini söylüyor.
“Ülke şiddet sarmalında can çekişen bir halde çünkü bu şiddeti körükleyen bir iklim ve yönetim şekli var. Eğitimden başlayarak pek çok alanda, az sayıdaki tarikat kitlesinin talepleri dikkate alınıyor” diye ekliyor.
Eken ayrıca çocuklara beden farkındalığı ve üreme biyolojisi eğitimi verilmemesi, internetin denetlenmemesi ve Türkiye’nin “uyuşturucu ve silah kaçakçılığı cennetine dönüşmesi” gibi etkenlerin toplumu daha kırılgan hale getirdiğini ifade ediyor:
“Ekonomik kriz sebebiyle, erkek çocuklar da aile ekonomisine katkı sağlasın diye küçük yaşta çalıştırılmaya başladı ve eğitimden uzaklaştı. Meslek eğitimi adı altında küçük yaşta iş hayatına katılan çocukların sayısı arttı. Öte yandan çocuklar artık uyuşturucuya çok rahat erişebiliyorlar.
“Kadın ve çocuk ölümleri sıradan hale geldi ve bu çok korkunç bir gidişat.”
Bakan Göktaş: ‘Kadına yönelik şiddete sıfır tolerans’
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, 6 Ekim’de Ankara’da Türkiye Gençlik Vakfı’nın (TÜGVA) programında, kadına yönelik şiddetle mücadelede ‘sıfır tolerans’ ilkesiyle hareket ettiklerini belirtti.
6284 sayılı kanuna dikkat çeken Göktaş, şiddetin kök nedenlerini ortadan kaldırmak ve bu cinayetleri engellemek için yürütülen tüm çalışmaların süreceğini ifade etti:
“Bakanlık olarak, bugüne kadar, kadının yaşama, sağlık, güvenlik ve özgürlük gibi temel haklarını ihlal eden şiddet karşısında duruşumuzdan asla taviz vermedik. Bugünden sonra da hiçbir şekilde taviz vermeyeceğiz.”
Göktaş, 2021-2025 dönemini kapsayan Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Planıyla 5 ana hedef, 28 Strateji ve 227 faaliyet kapsamında çalışmalarını sürdürdüklerini belirtti.
“Bunun yanı sıra, şiddet mağdurlarını koruyucu hizmetleri yaygınlaştırmaya, şiddet uygulayanlara karşı önleyici hizmet modelleri geliştirmeye devam edeceğiz” diye ekledi.
YORUMLAR